27 Aralık 2010 Pazartesi

ALGILARIMIZ

Bu gün Televizyonda "Tetikçi" adlı filmi izliyordum.
Filmin başlarında geçen bir sahnede, filmin kahramanı bir helikopteri pervanesinden vuruyor, bunun sonucunda helikopterden etrafa bir anda şiddetli bir biçimde, duman - yakıt  ve muhtelif parçacıklar saçılıyordu.

Tam bu sahneye dalmışken küçük kızımın sesini duydum. 
Eliyle helikopteri gösterip; "aaa. baba, bak çiş yapıyor!.." diyordu.  
Kızım, bu sahneyi helikopterin çiş yapması olarak algılamıştı. 
Zira henüz, bu sahnede neler yaşandığını bilecek ve ifade edebilecek, bilgi donamına sahip değildi. Bu enstantane beni epeyce güldürmeye yetti. Ne de olsa henüz 2.5 yaşında olan bir çocuğun sözlerinden bahsediyoruz.

Sonuç olarak; bireylerin ve toplumların, deneyimleri, eğitim seviyeleri ve özellikle de bilgi birikimleri ile  etraflarında olup biteni algılayış biçimleri arasında doğrudan bağlantı vardır.

Bu nedenledir ki, etrafımızda yaşanmakta olan gelişmelere toplum içerisinde birbirine benzeşmeyen faklı tepkilerin verildiğini, farklı tepkilerin nedenlerinin anlaşılamadığını, bunun da, insanların birbirlerini ötekileştirmelerine neden olduğunu görmekteyiz.

Aslında, algılayış biçimlerinin farklı olmasından daha da önemli olanı, algıların toplumu nereye sürüklemesiyle alakalıdır. 

Sağlıklı algıların ve tepkilerin sağlıklı birey ve toplumlarla var olacağını unutmamalıyız.

Aksi durumda, gelecekle ilgili endişelere, huzursuzluklara ve mutsuzluklara kapımızı sonuna kadar açmış oluruz.

Birey  ve toplum olarak nereye gittiğimizden emin olduğumuz ölçüde, gelecekle ilgili endişelerimiz de azalacaktır.

Vurulmuş bir helikopterden etrafa saçılan parçacıkların ne olduğunu algılayan birey ve toplum  olabilmek amacındaysak, bu amaca ulaşmak mümkündür.
Çözüm;  
Toplumun eğitim seviyesinin yükselmesini ve okuma alışkanlığını, 
Ama tek kaynaktan - tek taraflı değil, 
Farklı kaynaklardan ve farklı fikirleri de kapsayacak biçimde,
Teşvik etmek,
Desteklemek
ve
Okumaktır.


12 Aralık 2010 Pazar

Once upon a Time in America - Final

Once Upon a Time in America (scene)

Once Upon a Time in America (Theme by Ennio Morricone)

8 Kasım 2010 Pazartesi

ÖMÜR DEDİĞİN AKŞAM GÜNEŞİ

Ömür dediğin, bir akşam güneşi gibi,

Bir bakmışsın gelmiş,

Bir bakmışsın gitmek üzere,

Tadına doyamazken,

Nasıl geçtiğini de anlayamazsın. 

Geçmiş Zaman Yolcusu
Yeşilköy - İSTANBUL   08.11.2010


 

21 Nisan 2010 Çarşamba

YAŞAM ENERJİSİ

Dünya yüzeyinde sayısı 6 Milyarın üzerinde olan İnsanoğlu için bir o kadar sayıda hayat ve hayat hikayesi vardır.

Her bir hayatın;
Yaşamla ilk yüzleştiği an, yer, insan ve toplum,
Karşılanma biçimi, duygu (güven-tehdit-korku -sevgi- nefret)
Bir diğerinden farklıdır.

İlk yüzleşilen;
Bazıları için dostça bir bakış, sevgi dolu bir dokunuş ve ses iken,
Bazıları için tehdit dolu bir bakış, nefret dolu bir dokunuş ve ses olabilmektedir.


Bazıları için bir başlangıç olan ışık,
Bazıları için daha yola çıkmadan gelen bir son olabilir.

Bazıları uvuzları eksik, yetersiz veya sorunlu bir bedenin sonuçlarıyla yüzleşirken,
Bazıları,eksiksiz bir bedenin ne büyük bir şans olduğunu göremeyebilir,

Bazıları bir anne sütünü tadamazken,
Bazıları, yokluk kelimesinin anlamını algılayamayabilir.

Bazılarının ebeveynleri, eşleri ,çocukları, sevgilileri, dostları uzun yıllar hep yanındayken ya da sevgiyle ve sağlıkla yaşarken,
Bazılarının kayıpları ve acısı erken gelebilir.


Eğer hayat;
Hiç başlamadan bitmemiş ise,
Savaş - Terör- Başka bir kişinin veya şeyin sadırısı,
Doğal Afetler, Açlık, Susuzluk, Hastalık
veya herhangi bir kaza nedeniyle son bulmamış ise,
Her türlü zorluğa ve sorunlara rağmen
yaşantımızı ve mücadelemizi sürdürebiliyorsak,
Hayatı yaşanabilir kılan şeylerimiz vardır demektir.

Umutlarımız,
Sevgimiz,
Sorumluluklarımız (ailemize, yakınlarımıza, bazen topluma karşı),
Paylaşacak dostlarımız,
İnancımız,
Hayata bakış felsefemiz,

Dünyanın merkezi olmaktan çok,
onun bir parçası olduğumuzu anlamamız,

İhtiyaç duyduğumuzda, diğer milyarlarca hayat içerisinde yerimizin ne kadar şanslı olduğunu anlayabilmemiz ve şükretmeyi bilmemiz,

Hayatımıza anlam katan zenginliklerimizdir.

Hayatın anlamlandırılması ve yaşam enerjisinin aktif tutulması sonucunda; psikolojik sıkıntıların ve hatta felçten tutun kansere kadar bazı hastalıkların üstesinden gelindiğine dair sayısız hikayeler vardır.
Şüphesiz bunların bir bölümünü duyarken, pekçoğunun farkına bile varmamışızdır.

Geçtiğimiz günlerde gelen e mail mesajında yer alan kısa bir dialog, hayatın anlamlandırılması ve şükretme kavramıyla ilgili güzel bir örnek oluşturmaktadır. yazımı bu anektot ile bitirmek istiyorum.

Anektot, Wimbledon'un ilk siyahi şampiyonu Arthur ASHE'in hayatıyla ilgilidir.

"Efsane Wimbledon'un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..
Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı.

Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu: “Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?”
Arthur Ashe cevap verdi:
- Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir.
500 bini profesyonel tenisçi olur,
50 bini yarışmalara girer,
5 bini büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarıfinale,
2'si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım.

Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Niye ben' derim?

Mutluluk insanı tatlı yapar.

Başarı ışıltılı.

Zorluklar güçlü.

Hüzün insanı insan yapar,

Yenilgi mütevazi.

Tanrı'ya asla 'Neden ben?'
diye sormayın.
Ne olacaksa zaten olur."

Geçmişzamanyolcusu
21.04.2010 İstanbul

31 Mart 2010 Çarşamba

BAŞLAMAK

Bu gün blokumda; sevgili dostum Serdar YAKAR 'ın sabah saatlerinde bana gönderdiği e mail mesajını yayımlamayı tercih ettim. bununla birlikte yazını başlığını oluşturmak ve ufak tefek ayarlamalar yaparak  küçük bir katkı sağlamayı da ihmal etmedim. Okumanızı tavsiye ederim.


BAŞLAMAK
Merhabalar İsmail Kardeş;

Yerimiz gönüller, yurdumuz umutlar;
Varlığımız sağlığımız, varsıllığımız yapıtlar;
Yokluğumuz düşler; yoksunluğumuz düşüncesizlikler;
Eylemimiz sevgi, eğleşmemiz yenilenme;
Yolumuz ışıklanma, yolağımız aydınlık;
Yoldaşımız barış, yol başımız bağımsızlık;
Yakınımız ölüm; yaklaştığımız boşluk;
Çabamız gelişim, çabalamamız gençleşme;
Beklentimiz esenlik, beklendiğimiz esneklik;
Başarımız güven, baş tacımız ölçülülük;
Kaptanımız Kutup Yıldızı, Gemimiz Uzay;
Yolcumuz Yaşam; Yolculuğumuz Sonsuzluk ....



Düşen uçaktan paraşütle bir ağacın dalına takılarak kurtulan yolcu aşağıdaki avcıya sorar.

Neredeyim?

Yanıt;
Yerden 25 metre yüksekte, sallanan bir ağaç dalında, bir av çukurunun üzerinde, düşmek üzeresin.

Yolcu;
Aşağıda işin ne?

Yanıt;
Av çukuruna düşen avları yakalamak, postlarını satmak, ancak senden post çıkmaz.

Yolcu;
Bana önerin ne?

Yanıt;
Gecikmeksizin güçlü bir yel çıkarsa, av çukurunun dışına düşme olasılığın artacak, istersen bulunduğun paraşütü hızlı salla, dışarı düşme olasılığın bulunuyor. Ancak, her durumda bir yerlerin
 zedelenecek.

Yolcu;
Yıkım sözcüsü müsün?

Yanıt;
Düşen uçaktan ağaca takılan sensin. Şu ana değin yaşadığına göre, iyimser olman gerekmiyor mu?

Yolcu;
Daha yere düşemedim.

Yanıt;
Av çukuruna düşmedikçe, yitirmiş olduğun bir nesne yok. Ancak; güçlü yelin gelmesini beklemek yerine, kendi yelini kendin oluşturmalısın. Belki, yere düştüğünde bir yerlerin örselenecek, ancak can tende oldukça umut vardır.

Yolcu;
Yardım etmeyecek misin?

Yanıt;
Sesin güçlü geliyor. Gözlerin keskin. Yalnızca kararsız görünüyorsun. Kendine yön ver. Yönün başlangıcın olacaktır. Sağlıklı bir bedenin en önemli yardımcısı, bilinçli eylemleridir. Bana gereksinmen yok gibi görünüyor. Yere düştüğünde, yeniden görüşelim, durumu gözden geçirelim, durumu iyileştirmek için çözüm üretelim. Ancak, sallanan bir ağaç dalındaki paraşütle yerden 25 metre yukarıdaki kişiye, bir tuzakçının yapabileceği en iyi yardım, tuzak bölgesinin dışına çıkması için bilgi vermektir.

Yolcu;
Paraşüt kopuyor.

Yanıt;
Hızla sallanarak olabildiğince uzağa düş. Başını yerden yüksek tutmaya çalış. Ona sürekli gerek duyacaksın.

Yolcu, hızla kendini ileri geri sallarken yere dallara çarparak düşer.

Yanına gelen avcı,
"yürüyebilecek misin?"

Yolcu bir süre sessiz bakar uzandığı yerden, yavaş yavaş yerinden kıpırdamaya başladığında, avcı su uzatır, su;
Yaşam demektir.
Yeniden başlangıç demektir.

Ancak, gidilecek yol uzundur.
Bu nedenle, güç toplamak için yavaş devinirler.
Devindikçe, yolcuyu kendisini daha güçlü duyumsamaya başlar.
Yolculuk sürüyordur.
Yolun nerede biteceği o kadar da önemli değildir.
Önemli olan, yeniden başlamak için gücü toplamaktır.

Günümüz, kendi kendimize depoladığımız enerjimizle, yolu sürdürmek için kararlılığımız denli anlam taşıyacaktır.
Yaşamda her birimiz bir yandan avcı iken, diğer yandan av konumundayız. Çatışmaları bilinçle yürütebildiğimiz, ölçülü tepkiler verebildiğimiz, kendimizi kendi oluşturduğumuz yolda yönlendirebildiğimiz ölçüde başarabileceğiz.

Sahi, başarı ne???



Geçmiş Zaman Yolcusu


31.03.2010  12:08