9 Ağustos 2009 Pazar

IŞIKSIZ GÜN HİKAYELERİ

Benim kuşak çok ilginç bir kuşaktır.
78 kuşağı derler bize,
Nice değişimlere tanık olduk biz, nice zulümlere,yok oluşlara,

Teknolojinin ne demek olduğunun bilinmediği dönemlerden geldik biz,
60'lı yıllarda elektrik gelmemişti bizim oralara henüz,
İdare lambaları, gaz lambaları vardı,
Biraz durumu iyi olanlarda ise Gemici Fenerleri ya da Lüküs'ler  vardı o zamanlar.
Ne güzel günlerdi bilirmisiniz.
Televizyon yok, bilgisayar yok, müzik seti yoktu.
Akşamları evlerde ve ev gezmelerinde güzel sohbetler yapılırdı,
Hikayeler - anılar anlatılırdı, biraz da abartılırdı.
Şarkılar, türküler de söylenirdi.
Arada bir de havadis dinlenirdi lambalı radyolardan, daha sonraki yıllarda da transistörlü radyolardan.
Çok şeyler paylaşılırdı o günlerde.
Devlerden bahsedilirdi; kimi Kaf dağının ardında yaşardı,  tek gözlüydü,
Kiminin bir dudağı yere, bir dudağı göğe erişirdi,

Cinlerden bahsedilirdi, anlatılanlara göre cinler tıpkı insan gibi yaşarlardı,
Evlenirler, düğün dernek yaparlar,kuytu yerlerde yaşarlar ama biz göremeyiz,
Yanlışlıkla üzerlerine çiş yapanların, kaynar su dökenlerin vay haline, çarpılıverirler,
Cinler bazen insanlara görünürmüş, özellikle de ay ışığının olduğu gecelerde;
Bazen kara bir öküz, bazen at - eşek kılığında,
Bazen de yalnız veya gruplar halinde gezen insan kılığında,
nedense kimse bizzat şahit olmamıştır, hep başka birilerinin şahitliğinden bahsedilirdi.

Babamın çalıştığı meteoroloji rasathanesi mezarlığın içindeydi,
Babam, günün belli saatlerinde ölçüm yapmaya, değerleri raporlamaya giderdi,
Bu saatlerden bir tanesi de gece saatlerine denk gelirdi,
Rasathane eve yakın olduğu için ölçümlere yürüyerek giderdi.
Bir defasında vakit yine gecedir ve
Ölçüm yapmak için herzamanki gibi tek başına rasathaneye gitmektedir,
Gökyüzündeki dolunay ağaçların, çalıların ve mezar taşlarının üzerini aydınlatarak,
mistik bir dünya yaratmaktadır,
Birden, yolunun üzerinde yatan bir at görür, çekilmesini sağlamak için hem seslenir,
Hem de yerden aldığı küçük taşları atar, ancak, at istifini bile bozmaz,
Birden içi ürperir, ama işine gitmek zorundadır,
Cesaretini toplar ve temkinli bir biçimde ata yaklaşır,
İyice yaklaştığında, içi rahatlamıştır.
Dolunayın ışıklarının oyun oynadığını ve kendisine şaka yaptığını anlamıştır.
Gördüğü şey,ay ışığında  bir mezarın gölgelerinin yarattığı yanılsamadan başka bir şey değildir.

Ölmüşlerin ruhlarını da unutmamak lazım,
Mezarlık hemen yakınımızdaydı,
Bazan mezalıktaki mezarlardan birinde mum yanardı,
Hikaye hazır, mumu birinin yaktığı fikri gündeme bile gelmez, ruh mezardan çıkmış,
Mezarın etrafında gezmektedir.
Mahallemizin içinden ana yol geçiyordu, Bu yolun;
Dörtyol tarafına doğru ve Erzinin içine doğru (Hürriyet ilkokulunun bulunduğu kavşak)
birer tane viraj vardı, her iki virajda da ciddi trafik kazaları olurdu,
yalnız, bu kazaların hiçbirinde sürücülerin kusuru yoktu,
Suçlu bellidir. Cinler ve/veya ruhlar
Özellikle, Hürriyet ilkokuluna yakın olan virajda bazı geceler
Çıplak bir kadın hayaleti koşarken görülürmüş.
Bazen birden ortaya çıkarak sürücülerin dikkatini dağıtırmış.
Her nedense, doğrudan şahit olan yok ama, birilerinin gördüğü duyulmuş,
Erzin'deki evlerin bahçe içinde olduğunu, bahçelerin en küçüğünün bile 1 dönüm civarında
olduğunu gözümüzün önüne getirirsek cin ve ruh hikayelerinin etkisini daha iyi anlayabiliriz sanırım.

Bir diğer hikaye konusu da yılanlardır;
Şahmeranlar anlatılır,
kimileri, Haydar'da (Erzinde bir bölgenin adı) boynuzlu yılan görmüş,
hem de saçları varmış,
Başını havaya kaldırırmış,
ıslık da çalarmış,
Kızınca, insanları kilometrelerce de kovalarmış,
Başka büyük yılanlar da varmış,
bir keresinde, kendini kızdıran adamı kovalamış,
Adam o kadar çok koşmuş ki, en sonunda dayanamamış, çatlayıp ölmüş,
Yılan kervanları da varmış,
Kervanda o kadar çok yılan varmış ki, saymakla bitmezmiş,
Kervanın başında da Şahmeran varmış,
Mahallemizde Babacan Ali adında biri vardı,
Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen evlenmemişti,
Tek başına   yaşardı,
Derler ki,
Babacan Ali  bir keresinde Haydar'da gezerken yılan kervanına rastlamış,
o kadar korkmuş, o kadar korkmuş ki, aklını yitirmiş,
Ama nedense hiç kimse bu hikayeyi Babacan Ali'den duymamıştır.

Başka bir konu daha var, spesifik, bir o kadar da ilginç;
Fikri Emmimler, Kurban Bayramı için bir koyun almışlardı,
Bayrama yakın bir gün, sabah uyandıklarında koyunun yerinde yeller estiğini görürler,
Olayla ilgili senaryo üretilir,
Ama, hiç kimse koyunun birisi tarafından çalınmış olabileceğinden bahsetmez,
"Koyun evin önündeki ağaca bağlıydı,
Birisi gelip çalmaya kalksa, sesini duymazmıydık,
Duyulmazmı..
Hayvan bağırırdı...
Bağırırdı tabi...
Biz de duyardık....
Duyardınız,
Hem bu karanlıkta kim gelebilir....
Kimse gelemez,
Karanlıkta önünü bile göremez...
Çok da korkarlar.....
Geceleri Sırtlanlar dolaşıyormuş,
Dağdan gelirlermiş,
Gelmez olasıcalar,
Bahçelerde gezerlermiş...
Evlere de yaklaşırlarmış...
Ayakları kırılasıcalar...
Koyunları, kuzuları götürürlermiş,
Koyunu sırtlanlar götürmüştür....
Sırtlanlar götürmüştür....
Götürmez olasıcalar,
Hem de sırtına almıştır....
Zaten onun için sırtlan deniyormuş....
Geceleri çocuklar dışarı çıkmasın,
Çıkmasın,
Çocukları da götürürlermiş,
Kıran düşesiceler............"

Bu diyalog böyle giderdi.
Kimse görmese de koyun mutlaka sırtlanlar tarafından götürülmüştür.

09.08.2009 
http://gecmiszamanyolcusu.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder