2 Ağustos 2009 Pazar

ZAMAN VE BİZ

Zaman, tek gidişli bir tren gibi bilinmeyenden gelip bilinmeyene akıp gidiyor,
Milyarlarca yıldan bu yana sayısız yolcular binip iner bu trene,
Önce büyük patlama gerçekleşir,
O andan itibaren her şey
Yolculuklarını  doğum, yaşam ve ölüm döngüsü içerisinde sürdürmüye başlar,
Patlamanın enerjisi yani bedenimizin ilk ataları biner trene,
Milyonlarca yıl sonra, enerji halimiz yolda iner,
İlkel atom halimiz biner sonra hızla geçip giden trene,


O da iner, Milyar yıl sonra değimişizdir,
Maddeleşmeye başlamıştır artık enerji,
Toz haline gelmeye,
Birleşmeye başlayan maddeler; ilk yıldızları,
İlk yıldızlar da, ilkel galaksileri meydana getirir,  


Bir gün ilkel yıldızlardan biri içsel enerjisini tüketmeye başlar,
O muazzam çekim gücünün zayıflamasıyla birlikte büyümeye başlar,
O kadar büyür ki, etrafında gezmekte olan gezegenleri bile içine alır,
Artık kırmızı bir dev olmuş, ömrünün sonuna gelmiştir.
Son enerjisinin de bitmesiyle birlikte, eşi görülmemiş bir patlamayla etrafa saçılır,
Patlama o kadar şiddetlidir ki, içindeki atomların yapısı değişime uğrar ve yaşam için gerekli olan atomlar, maddeler ortaya çıkar,
Patlamanın ardından etrafa saçılan parçalar ve toz zerrecikleri birbirleriyle birleşmeye başlarlar,
Nihayetinde Güneş ve gezegenler meydana gelir,
İlk patlamadan itibaren 10 Milyar yıl geçmiştir.
Dünya da bunlardan birtanesidir.
Dünya 4,5 milyar yaşına geldiğinde insanoğlu ortaya çıkar,
 
İnsanoğlu var olduğundan beri ölüm korkusuyla yaşar,
Ölümsüzlüğü bulabilmek için dualar eder, yakarışlarda bulunur,
Ölümsüzlük otlarını bulmaya, ölümsüzlük iksirini - şurubunu yapmaya çalışır durur.

Ancak, ne Lokman Hekim, ne de başkaları nafile çalışmalarının sonucunda bu güne kadar ölümsüzlük sırrına vakıf olamamıştır.
çare bulsalardı bu gün hayatta olmazlarmıydı....



En uzun yaşadığı söylenen Hazreti Adem Aleyhisselam bile 1000 yıl yaşayamamıştır.
 

Ölüme çare bulamayan insanoğlu, başka arayışlara girmiştir.
Kimisi, bu dünyadan hemen ayrılmayı yakıştıramaz kendisine;
Bir gün bir yerlerde, 

Anadolunun bir köşesinde yaşandığı söylenen bir yeniden doğuş hikayesini okuyabiliyor,
Yeni doğan bir bebeğin konuşmaya başladıktan sonra dile gelip geçmişteki yaşantısından bahsettiğini duyulabiliyoruz,
Yada Hint inanışlarında ruhların sayısız defalar dünyaya geldikleri,
Her gelişlerinde iyi insan olurlar ise bir sonraki defa daha üst sınıfta dünyaya gelecekleri,
ifadelerini bulabiliyoruz.
 

Diyelim ki reenkarnasyon doğru, ya da birisi çıkıp, bin yıl-on bin yıl ,
Hatta bir milyon yıl, daha da ileri gidelim insanoğlunun var olduğu sürece yaşamanın iksirini buldu.
Dünyanın veya evrenin hayatı için bu süreler ne ifade edebilir bir düşünelim.
Bilinen ilk insan fosili 3 milyon yılı geçmiyor,
Dinazorların bile Dünyaya100 milyon yıl kadar  hükmettiği düşünülürse, 

3 milyon yıl oldukça mütevazi bir süredir ve sadece bir andan ibarettir,

Yani kainatın ve Dünyanın tek hakimi olduğumuzu,
Kainatın, hatta Dünyamızın bizimle birlikte ömrünü tamamlayacağını söylememiz
Kendimizi kandırmaktan başka birşey değildir.
Orta yaşlı Dünyamız bu yaşa gelinceye kadar nice değişimlere uğradı,
Hiç bilmediğimiz, hiç görmediğimiz hayatlar geldi geçti üzerinden,
İnsanoğlu yok olduktan sonra da Dünya varolmaya devam edecektir,
Değişerek, yeni yeni varlıkları misafir ederek, Ama o da Milyarlarca yıl sonra,
Ömrünü tamamlayacaktır.
 

Evet; her şey bir gün ölür, ama ölüm yok olmak değil, yeni bir doğumu başlatmaktır.
Hiç bir şey yok olmaz, hiçbirşey de yoktan var olmaz,
Kainatta var olan herşey, hatta kainatın kendisi bile sürekli bir değişim döngüsü içindedir.
Bir saniye sonra hiç bir şey bir saniye öncesiyle aynı değildir.
Zaman treni hiç durmadan yolalırken,
Yeni yeni yolcularını bindirip indirmeye devam eder,
Bizler de zaman treninin istasyonlarda binip, başka istasyonlarında inen
Yolcular gibi gelip geçiyoruz,

İlk patlamanın enerjisinin torunları olarak.

02.08.2009 
http://gecmiszamanyolcusu.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder